20 Aralık 2023 Çarşamba

İZMİR'İN ESKİ GÜZELLİKLERİ

 

İZMİR’İN ESKİ GÜZELLİKLERİ

Doğup büyüdüğüm İzmir sokaklarına sık olmasa da uğruyorum. Konak Meydanı,  Kemeraltı girişi, Beyler Sokakları ve Arap Fırını Semti.  Yıllar sonra ilk İzmir’e gelip ziyaret ettiğimde yaşadığım şoku atlatsam da İzmir tarihinin önemli bir parçasının yok olmaya terk edildiğini görmek üzücü. Mimarisi orijinal haliyle korunabilen bina bulmak çok zor. Kalan birkaç binada da el yapımı demir kapıların ve  cumbaların söküldüğünü, çöken binaların arazilerinin otopark olarak kullanıldığını görmek gerçekten içimi acıtıyor. Yarım da olsa ayakta kalabilen yapılar, derme çatma  eklerle tadilat gördüğü gibi cepheleri reklam panosu ve klimalarla kaplı. Onlara baktıkça kendimi çekirge saldırısına uğramış bir tarlada gibi hissediyorum. Bu tarihi semtlerin yeni sakinleri belki geçmişte orada yaşamadıkları için değerini bilemeyebilir ama İzmir’in tarihini taşıyan bu binalara herkesin istediğini yapabiliyor olması doğru gelmiyor. Yılların eskitip cilaladığı Arnavut kaldırımlı yolları, cumba balkonlu, mermer merdivenli geniş girişli evleriyle ve yasemin kokan sokaklarıyla bu semtleri artık ne çocuklarımıza ne de başkalarına gösteremeyeceğimize çok üzülüyorum.

Talana varan bu değişimin ne zaman başladığını tam olarak bilemiyorum ama atmışların sonunda belediye başkanı Asfalt Osman (Osman Kibar) sokağımızdaki güzelim Arnavut kaldırımı parkelerin üzerine asfalt döktürdüğünde herkes alkışlarken ben ağlamaklı olmuştum. O tarihi parke taşları hala asfaltların altında durmakta. Konak meydanı da yanılmıyorsam belediye başkanı İhsan Alyanak zamanında meydanın tamamını kaplayan çirkin SSK blokları dikilerek yok edildi.  Konaktaki saat kulesi, hükümet konağı, Elhamra sinaması ve Milli Kütüphane, çevresindeki  yapılaşmalarla artık gözlerden uzak. Varyant yolunun ihtişamını ve Bahri Baba Parkını da aynı şekilde yeni düzenlemenin içine gömmüşler. Kemeraltı girişindeki tarihi Ferit Eczacıbaşı Şifa Eczanesi nedendir bilinmez çamaşır deposuna çevrilmiş.  Aynı şekilde Özsüt’ün Havuzlubey çarşısındaki ilk dükkanı da çarşı yıkılacağı için kapalı. Şükran Lokantası Kemeraltını bırakıp Çeşmeye taşınmış. Arap Fırını sokağı olan 442. sokakta Ülkü ilkokulu ve Maarif Müdürlüğü binası çökmek üzere. Kordonda Atatürk Heykelinin cesameti, çevresindeki yüksek apartmanlarla yok edilmiş.

Ben tarihimi ve anılarımı zihnimde canlandırıp idare edebilirim ama ne yapılmaya çalışıldığını anlayamıyorum. Tarih görmek isteyenler başka ülkelere mi gitmek zorunda? Bu durumun sadece İzmir’e mahsus olduğunu da zannetmiyorum. O yüzden sadece kalanı kurtarmak değil, geçmişe saygı adına bazı önemli yapıların tekrar ayağa kaldırılması gerekiyor. Tarihçiler ve mimarlar, yerel halk ve idarelerle çalışarak bir şeyler yapmazlarsa; eski iyon şehirlerinin bugün iğneyle kazılıp çıkarılması gibi; birilerinin İzmir’in tarihini ortaya çıkarması için birkaç bin yıl bekleyeceğiz.

20 Aralık 2023

15 Aralık 2023 Cuma

LifePO4 AKÜ DENEYİMİ

 

LifePO4 Akü Deneyimi

Kış sonunda bakım için tersaneye çektiğim teknemizin mutfak tezgahı altına kullanılmış bir ofis buzdolabını yerleştirme planımla ilgili olarak uzun süre plan yapmaktaydım.  Değişiklik öncesi (1000 watt 12 V pwm) akıllı inverter, (165 watt modifiye sinüs)solar panelden  (95 Ah EFB Mutlu Akü) servis aküsünü besleyip; hidrafor, macerator, elektrikli wc ve ışıklara enerji sağlıyordu. Marş için de 135 Ah SFB Mutlu akü kullanıyordum.

Elimde mevcut 90 litrelik 220 V buzdolabını teknede kullanmak için mevcut servis aküsü yetersiz kalacağından herkes gibi ben de servis aküsü olarak kullanabileceğim derin döngülü bir jel akü için araştırma yaparken lityum akülerle ilgili bilgiler gözüme çarptı. Derin döngülü jel akülerin kapasite kullanımı sulu akülere oranla daha iyi olduğundan, teknelerde tercih edildiğini biliyordum. Ancak güneş enerji sistemlerinde, elektrikli arabalarda ve  tekne/karavanlarda  servis aküsü olarak Lityum Ferro Fosfat (LifePO4) akü kullanımının daha avantajlı olabileceğini gösteren bazı çalışmaları gördükten sonra fiyatlarını araştırmaya karar verdim. 

LifePO4 akülerin kapasitesinin  %95e kadar voltaj düşmeden (tıpkı cep telefonlarındaki gibi) kullanılabildiğini bu nedenle almayı planladığım jel akünün yarısı kapasitesinde bir lityum akü ile işimi görebileceğimi hesaplayınca 200 Ah bir jel akü yerine yerli üretim 100 Ah Megacell LifePO4 akü ısmarladım. Birçok yabancı markanın aksine bu yerli üretim akülerin seri veya paralel bağlama özelliği olması da ilgimi çekmişti. Ayrıca bütün gün çalışacak buzdolabı ve teknenin diğer elektrikli aletleri için 165Wattlık solar panelin yeterli olmayacağını hesapladığımdan aynısından bir adet daha sipariş verdim.

Geriye 220 V buzdolabını teknede kullanmamla ilgili iki potansiyel sorun kalmıştı:

1-  buzdolabı motorunun kalkışta 5-6 kat fazla akım çekmesi

2- 1000 watlık inverterim aslında kullanımda 600 watt için uygun olması

Bu iki konunun inverterin limitlerini zorlayabileceğini düşünmekle birlikte, ben nasılsa elimde var diyerek 220V buzdolabını kararımı değiştirmedim. Acil durum planı olarak da buzdolabı motorunun kalkış devresine diyot ilavesiyle yavaş kalkış yapmasını sağlamayı bu da olmazsa 12 volt buzdolabı almayı düşündüm.

2 adet 165 Watt modifiye sinüs solar panel, 1000 watt 12V pwm inverter ve 100 Ah Megacell LifePO4 aküden olusan servis elektrik sistemi  7 aydır sorunsuz kullanmaktayım. Bu süredeki gözlemlerime göre:

- 220 lik eski buzdolabını kullanmak hiç sorun çıkarmadı.

- Buzdolabı çalışırken, ayrıca 220V 140 wattlık bir şarj aletiyle marş akülerini doldurup, elektrikli tuvaleti ve hidroforu da sorunsuz kullanabildik.

- Megacell LifePO4 akü çok başarılıydı ve solar panellerimiz aküyü dolu tutmakta yeterli oldu.

- Gerektiğinde ilave LifePO4 akülerle sistemi büyüterek 24 V yapma veya amper saatini artırma imkanı var.

-12 kg lık ağırlığıyla aküyü taşımak ve montajını yapmak kolay oldu. Akü ağırlığını safra olarak kullananlar için bu bir dejavantaj olabilir.

- LifePO4 aküyle ilgili dikkat edilmesi gereken tek konu aşırı deşarjla akünün 10V un altına düşmesini engellemektir. 10 Voltun altında akünün üzerindeki akıllı yönetim sistemi aküyü korumaya alıp kapatacağından; akıllı inverter akü görmeyeceği için kendini kapatacak ve solar panellerden besleme olmayacağı için de akü kapalı kalacaktır. Bu durumda sistemin tekrar çalışabilmesi için önce lityum aküyü başka bir akü veya elektrik sisteminden birkaç dakika şarj edip açılmasını sağlamak gerekir.

- Marş motorları çok yüksek akım çektiğinden ve aldığım LifePO4 akünün maksimum deşarj akımı 50A olduğu için bu aküler marş aküsü olarak kullanılamaz.

LifePO4 Akü ile ilgili gözlemlerime devam ediyorum. Eğer arada bahse değer bir konu olmazsa yaklaşık iki yıl sonra güncel değerlendirmelerimi tekrar aktarmayı planlıyorum.

15 Aralık 2023

 

 

5 Aralık 2023 Salı

EN BÜYÜK TEHDİT

 

EN BÜYÜK TEHDİT

Sanki bir uykudan kalkmış gibi, karanlıklardan çıkıp anı yakalamaya çalışırken kendimi ayakta dikilir buldum. Hem de arabanın kapısının yanında ve bulvarın ortasında. Neden ve nasıl oraya geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Daha ilginci zaman, yer ve kimlikle ilgili bir boşluk içinde yüzer gibiydim. Belki de uzaylılar kaçırıp geri getirmişlerdi.  Sonra karşımda duran adamı fark ettim. Ama o uzaylı değildi. Dehşet içinde bana bakarken bir yandan da telaşla ceplerini yokluyordu. Kaşımın yanından yanağıma süzülüp beyaz yazlık ceketime akan kanı o zaman gördüm.  Ne yani, yere kadar indirme zahmetine katlanmadan gemiden mi atmışlardı öylece?  Uzaylılara taş atanların cezasını ben mi çekecektim?  Uzaylı olmayan adam aradığı kolonyalı mendili bulunca bana uzatıp kafamdaki yaraya bastırmamı söyledi. Kafamda gösterdiği yere koyup avucumla bastırdığım kolonyalı mendili çok küçüktü ve kanı durduramadı. Elimden süzülen kan gömlek manşetine akıyordu.

Başımı çevirince arabamın ön tarafından dumanlar çıktığını ve eğer arabayla beraber uzay gemisinden atmadılarsa kaza yaptığımı anladım. Neden bu kadar sakin olduğum, neler yaşadığım ve ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bulvarın karşı tarafından gelen bir açık kasa kamyonet durup, şoförü hastaneye götürmek için beni aldığında hiç itiraz etmeden yanına oturdum. İşte diğer elimde sıkı sıkı tuttuğum çantayı da o zaman fark ettim.  Maaşlar….. Hatırladım, evet maaşlar çantadaydı. Ayın son günüydü ve maaşları ödeyecektim. Para her yerde olduğu gibi hafızamı kazanmak için de işe yaramıştı.

ÖDTÜ’nün yakınındaydık. Şoför hangi hastaneye gidelim deyince ağzımdan Bayındır Hastanesi çıkmıştı ama nerede olduğunu sorunca kerelerce gittiğim bu hastanenin yolunu bir türlü hatırlayamadım. Bir benzinciye soralım dedik. Bir yandan da belki yardım alırım diye birini aramak için cep telefonumu açtım ama ekrandaki isimlerden hiçbirini tanıyamadım. Benzinciden aldığımız tarifle hastaneye ulaştığımızda beni nasıl içeri aldıklarını da hatırlamıyorum. Ama mal canın yongası olduğu için midir bilmem, üzerimdeki kıymetli eşyaları ve maaşların olduğu çantayı vermemek için epey direndiğimi hatırlıyorum. Bir bayan doktorun ikna etmesiyle her şeyi verip sedyeye uzandığımda hala bir şey hissetmiyordum.

Her şeyi unutmanın keyfi uzun sürmedi ve bir müddet sonra kaza anı hariç hafızam geri geldi. Kaza anını da ifademi almak için gelen polisler anlattı. Önümde yan yana giden iki araç köpekten kaçmak için birbirlerine sürtünüp birden durunca aralarında kalmıştım. Kafama dikiş atılıp tetkikler tamamlandıktan sonra sorumluluğu alıp hastaneden ayrıldım. Maaşların olduğu çantayı hastaneye çağırdığım bir çalışana vermiştim.

Taksiden inip eve girdikten sonra bir duş alıp, saatlerce dayak yemiş gibi ağrıyan tüm kemiklerimi dinlendirmek için yatağa girdim ve hemen uyuyakaldım. Sabah yedide evden çıkarken planım bu değildi ama o an tekrar uyanıp uyanamayacağımı dahi düşünmek istemediğim bir kabullenme içindeydim. Hiçbir planın da önemi kalmamıştı.

Hayatlarını beladan uzak geçirmek için titizlenen ve kanunlara uyan insanlar için, trafikte araç kullanmanın EN BÜYÜK TEHDİT olduğunu yaşayarak görmüştüm. Bu anımı;  yola çıkarken o yolculuğun hastanede, hapishanede veya mezarda sonlanabileceğini vurgulamak için paylaşmak istedim.

Benim yolculuğum, birkaç saat sonra tesadüfen uğrayan çocuklarımı kucaklayarak sonlandığı için çok şanslıydım.

6 Aralık 2023

1 Aralık 2023 Cuma

YAŞLILIK VE TEKNOLOJİ

 

YAŞLILIK VE TEKNOLOJİ

Banliyö treninde İzmir’e doğru giderken tam karşımda oturan iki yaşlı erkek aralarında konuşuyor:

- Sen karekodla para çekmeyi biliyor musun?

- Kartla mı yani?

- Hayır. Hani cep telefonundan karekodla diyorum.

- Yok ben sadece kartla çekmeyi biliyorum. Ama onun da şifresini unutmuşum, makine kartı yuttu. Şimdi yenisini göndereceklermiş. Bekliyorum.

- Bana da olmuştu da kartı getiren evde yokum diye geri götürmüş.

- Karekodla para çekmek için makineye telefonu mu sokuyorsun?

- Hayır. Makineye göstermem lazımmış ama ben neresine göstereceğimi bilmiyorum.

Gülümsediğim belli olmasın diye kafamı çevirip dışarıya bakmaya başladım. Gelişen teknolojik uygulamalar hayatımızı hızla değiştirirken, yaşlı nüfusun buna ayak uydurmakta ne kadar zorlandığını düşündüm.

Elli yıl önce evimize sabit telefon bağlandığında on yıldan fazla sırada beklediğimizi hatırlıyorum. ODTÜ’deki öğrencilik yıllarımı slide rule denilen hesap cetveli ile tamamlamıştım. O dönem, bilgisayar mühendisliğindeki IBM 370 ana bilgisayarda bugünkü cep telefonlarındaki işlemciler yoktu ama o tarihlerden sonra bilişim ve iletişim teknolojilerinde  artan bir hızla ilerlemeler kaydedildi. Programlanabilen hesap makineleriyle başlayıp masa üstü, diz üstü bilgisayarlara ve cep telefonlarına doğru geçişin ardından önce akıllı sistemler ve şimdi de yapay zeka uygulamaları yaşamımıza girince; konforlu yaşamak ve varlıklarımızı koruyup değerlendirmek için bu gelişmelere ayak uydurmak bir zorunluluk olmaya başladı. Cep telefonunuzun hayatınızı kolaylaştırabilecek yarıdan fazla özelliğini bilmiyor ve kullanmıyor olsanız bile artık online bankacılık işlemlerinden kaçamıyorsunuz. Neredeyse bir tsunami hızıyla gelen akıllı ev aletleri, dijital bankacılık, dijital para, devlet ve kurumlarla elektronik işlem zorunlulukları, yaşlı nüfusun ikinci baharının çiçeklerini yolacak gibi. Yani emeklilikte bir kenara çekilip hobilerle uğraşırken keyif çatmak hayal oluyor.

Parasal varlığını dijital ortamda değerlendiremeyip kayba uğrayan, aldığı akıllı evin kapısında kalan, yemeğini pişirmek için akıllı fırının ekranında nereye basacağını bulmaya çalışanların ne kadar zorlandığını düşünün. Birçoğu, teknoloji ile arası daha iyi olan yakınlarına, diğerleri dolandırılma korkusu içinde başkalarına muhtaç durumdalar. Bazı belediyelerin yaşlı nüfus için cep telefonu kullanma eğitimleri verdiğini duymuştum ancak geldiğimiz noktada bu da yeterli değil.

Duruma bir başka açıdan bakarsam, teknolojik gelişmelere ayak uyduramayan yaşlılar değil, yaşlılara ayak uyduramayan teknoloji diyebilirim. Gerçekten kullanıcı dostu ara yüzler oluşturulmadan, kullanıcıların teknolojik eğitimli olduğu varsayımı ile sistemler ve aletler geliştirilmesi hiç de doğru değil. Sözüm ona yapay zeka kullandıkları ALO yardım servisleri, bazen en eğitimlileri dahi çileden çıkarmıyor mu?. Dakikalarca saçma sapan menüleri, açıklamaları dinleyip hiçbir işlem yapamadan kapatıyorsak buna yapay zeka demek iddialı olmaz mı?  Akıllı denilen bir  cihazla sorun yaşadığımızda başvurduğumuz yardım kitapçıklarını anlamak için kaç kişinin o konuda eğitimi var ?                                                       

Bütün bunlardan çıkardığım sonuç bana akıllı sistem ve yapay zeka uygulamalarının  daha emekleme döneminde olduğunu gösteriyor. Çünkü sorun bu sistemlerle sorun yaşayanlarda değil. Bu sorunu öngörüp çözemeyen sistemde. Görünen o ki akıllı alet  ve sistemlerinin her çeşit kullanıcı tarafından rahatlıkla kullanılabiliyor olması için daha çok akıllanması gerekli.

1 Aralık 2023

 

23 Kasım 2023 Perşembe

PETROL GÜNLERİ - Genç Doktor

 

PETROL GÜNLERİ - Genç Doktor

1981’de bir İzmir’li için evden epey uzakta, Siverek-Bucak yakınlarında petrol mühendisi olarak ilk arama sondajındaydım. Çalışma sistem Türk mühendisler için 4 hafta sondaj-2 hafta izin şeklindeydi. Sondajdaki görevim şirketten verilen programa göre petrol mühendisiliği ve jeoloji çalışmalarını yapmaktı. Sondajı taşeron İngiliz firmasının yabancı uyruklu 5 kişilik sondör-makinist ekibi ile üç vardiya çalışan yerli sondaj işçileri yürütüyordu. Sahadaki karavanlarda, petrol şirketinden ben ve yabancı uyruklu bir başsondör ile taşeron firmanın 5 kişilik ekibi kalıyorduk. Ayrıca güvenlik için Siverek’ten gönderilen ve kampta onlara tahsis ettiğimiz karavanda kalan bir manga asker vardı.

Sondajı  devraldığımdan beri Kastel Marlı denilen çok kalın bir kil tabakasını deldiğimiz için, iş biraz rutinleşmiş;  günlerimi ofis-ev olarak kullandığım karavan dışında, kulede ve jeoloji-çamur laboratuarı ile yemekhane karavanında geçirmekteydim. Son muhafaza borusu indirilip  betonlandıktan sonra günlerdir açık kuyu sondajı yaptığımızdan;  kuyunun yıkılıp sondaj takımını sıkıştırmaması için sondaj çamurunun özelliklerini dikkatle takip edip gerekli ayarlamaları yapmaktaydım.

 

Bu rutin; bir gün taşeron firmanın Kanada asıllı baş sondörü yüzünden bozuldu. Aniden yaptığı bir hareketle iki büklüm beli tutulmuş olarak kalan baş sondör acı içinde kıvranmaya başlamıştı. Görev süresi dolup Kanada’ya gitmesine birkaç gün kala başına gelen bu rahatsızlık hakkında bir şeyler yapılması gerekiyordu. Merkezle yaptığım telsiz görüşmesi sonrasında onu en yakındaki  Siverek devlet hastanesine götürmeme karar verildi. Baş sondörle birlikte, arabaya onbaşıyı ve bir askeri alıp yola çıktık. Yolda baş sondörün bel fıtığı sorunu için ülkesinde bir ameliyat geçirdiğini ve ara sıra biraz sıkıntı hissetse de hiç bu kadar kötü olmadığını öğrendim.

Siverek’teki hastane, neredeyse prefabrik bir bina görünümünde, tek koridora bakan sağlı sollu odalardan ibaretti. İçeride insanlar vardı ama görevli doktor gitmişti.  Onbaşı yardımcı olması için bizi Siverek’teki komutanına götürdü. Komutan ayakta, ayakkabılarını bir asker cilalarken ona durumu aktardık. Görevli doktor hastaneye çağırıldı ve biz de hastaneye döndük.

Hastanede doktoru gördüğümde, ilk aklıma gelen yeni mezun denilebilecek kadar genç olduğuydu. Yabancı bir baş sondörle buralarda başımıza bir dert gelip gelmeyeceğini hesaplamaya çalışırken, doktor bizi sakince sağdaki ilk odaya aldı. Baş sondörle ilgili bütün hikayeyi dinleyip, kısa bir muayene yaptıktan sonra onbaşının yanında dikilen ere oradan bir battaniye alıp yere sermesini istedi. Ardından baş sondörü sırt üstü yere yatırıp, onbaşıya onun bacakları üzerine oturmasını ve bütün ağırlığını vererek bacaklarını sabit tutmasını söyledi. Şaşıran onbaşı doktorun dediğini yaparken, ben acaba Diyarbakır’a mı gitseydik diye düşünmeye başlamıştım. Baş sondörün başının yanına diz çöken genç doktor ondan  kendini rahat bırakmasını istedi.  Tercüme ettim ama Kanadalı baş sondör kuzu kuzu denileni yaparken en az benim kadar şaşkındı. Doktor iki eliyle baş sondörün başını kavrayıp sağa sola biraz salladıktan sonra birden kendine doğru asıldı. O an baş sondörden çıkan sesi hiç unutmadım. ÇIKIRT. Bana adamın ikiye ayrıldığının sesi gibi gelmişti. Oda sessiz, baş sondör dahil hepimiz büyü yapılmış gibi donmuş kalmıştık. Doktor ayağa kalktı, onbaşının onu bırakmasını ve hastanın kalkabileceğini söyledi. Ben tercüme ettiğim için mi yoksa kendiliğinden mi bilmem, baş sondör önce doğrulup sonra yavaşça ayağa kalktı. Ne olduğunu öğrenmeye can atıyordum ama en azından felç olmadan hala yaşadığına sevinmiştim.  Baş sondör gövdesini sağa sola- öne arkaya hareket ettirdikten sonra birden doktora sarıldı. Bir mucizenin tanığı gibiydim. Teşekkür ve minnet ifadelerini tercüme ederken; baş sondör, doktorun Kanada’da ameliyatla yapamadıklarını nasıl da başardığına övgüler yağdırıyordu. Şaşkınlığımı atlatıp, sondaja dönmek için herkese hazırlanmalarını söyledikten sonra bir ara o genç doktora bunu nasıl yaptığını sordum. Bana “Olanakların kısıtlı olduğu bir yerde, teşhisi koyduktan sonra başka bir yol yoksa yaratıcı yöntemler kullanmayı öğrendik” demişti.

Baş sondör bu olaydan birkaç gün sonra Kanada’ya gidene kadar doktorun başarısını öve öve bitiremedi. Ve ben bugün bu hikayeyi bahane üretmek yerine her yerde ve şartta görevini yapmak için çabalayan doktorlarımıza ithaf etmek için anlatmak istedim.

23 Kasım 2023

 

13 Kasım 2023 Pazartesi

ŞİDDET KRALLIĞI

 

ŞİDDET KRALLIĞI

Polis silahını doğrultmuş, açık şoför kapısından sürücüye “sakın silahına uzanma” diye bağırıyor. Sürücünün silahına uzanmasıyla polis tak-tak adamı vurup öldürüyor. Olay insanların kolayca her türlü silahı alabildiği ABD’den. Silahlı tehdit oluşturan kişilerin polisin söylediğini hemen yapmaması zanlıyı etkisiz hale getirmek için ateş açma nedeni. Ülkede 100 kişiye 90 silah düşüyor.

Üç yıl Londra’da kaldım. Belinde tabanca taşıyan polis gördüğümü hatırlamıyorum. Aslında maçlara da gitmediğim için polis gördüğüm de söylenemez. Ortalarda dolaşanlar genelde park cezası yazan trafik polisleri. Kaçan zanlıya polisin “dur yoksa yine dur derim” dediği şakası yapılıyor. Ülkede 100 kişiye 5,6 silah düşüyor.

Bu iki ülkedeki polislerin zanlıya yaklaşımları arasındaki fark silahlanma oranından geliyor. Zanlının silah bulundurma ihtimali yükseldikçe polisin silah kullanımını artıyor.

Ülkemizde her 100 kişiye kayıtlı 13 silah düşüyor. Buna kayıtsız silahları, döner-ekmek bıçaklarını ve haydarları eklerseniz eminim rakam birkaç katına çıkıyordur. Ama bizde durum farklı. Elinde bıçak hasmını, karısını, anasını darp edeni; polis teslim olması için ikna etmeye çalışırken mağdurun esareti ve sağlık riski bazen saatlerce devam ediyor. Eğitimli bir kolluk kuvvetinin veya keskin nişancının, saldırganı kolayca etkisiz hale getirebileceği birçok pozisyon oluşmasına rağmen, mağdurun zarar görmesi pahasına ikna yolu tercih ediliyor. Güvenlik güçlerinin bu durumlarda hangi yetkileri kullanabildiğini ve bunun kanuni çerçevesini bilmediğim için yaptıklarında bir eksiklik olduğunu söyleyemem ancak bunun doğru olmadığını düşünüyorum.

Şiddet olaylarının altında yatan ana neden herkesin kendi adaletini uygulamaya çalışması. Bu bazen hak ettiği adaleti bulamadığını, bazen de sadece kendi doğrularının doğru olduğunu düşünmesinden kaynaklı olsa da saldırganları artık hayatın her alanında görmek mümkün. Toplu taşım araçlarında, yolda, çarşıda, mahallenizde, düğünde, işyerinde……. Silahlı gurupların çevredeki insanlara aldırmadan çatışmaya girmeleri artık sıradan bir haber. Böyle bir durumda kalmak istemeyenler, kendilerince hareketlerini kısıtlayarak önlem almaya çalışıyorlar ancak onlar hareketlerini kısıtladıkça, saldırganların hareket alanı genişliyor.

Her gün sokaklarda şiddet kullananları gördükten sonra önce akşam haberlerinde göremediklerimizi sonra da dizilerde şiddet hikayelerini seyrediyoruz. Şiddetle yatıp şiddetle kalktıkça şiddet uygulanmasını kabullenmeye zorlanıyoruz sanki. Şiddet sarmalı yayılarak artıyor ve alınan önlemler bunu engelleyemiyor. Kadına, çocuğa ve sağlık çalışanlarına şiddete karşı birçok kampanya yürütülüyor  ama şiddete karşı sert bir tutum izlemedikçe bu durumun değişeceğini zannetmiyorum.  Şiddetin bu kadar yayıldığı bir durumdan, bir anda sakin ve medeni bir topluma dönüşmenin kolay olmayacağını biliyorum. Ancak saldırganların, cezaların çok ağır olduğunu ve kendi kanunlarını uygulamak adına topluma tehdit oluşturdukları anda kendilerini etkisiz hale getireceklerini bilmeleri caydırıcı olabilir.  

Silahın hangi tarafında olursa oldun suçlunun yaptığı yanına kar kalıyor inanışı değişmediği sürece, şiddet krallığı yıkılmayacaktır.

13 Kasım 2023

7 Kasım 2023 Salı

BİRMEYEN GECE

 

BİTMEYEN GECE

Güneş ışıklarını nicedir benden gizliyor. Karanlığın gizemi etrafımı sararken bitmeyen gecenin eşiğinde dikiliyor gibiyim. İçimdeki çırpınışlara yüz versem bir koşu gidip denize açılacağım. Hangi deniz kızının sesine ya da hangi köpek balığının sofrasına gideceğimin bir önemi yok. Hedefi olmasa da yolda olma fikri aldatıcı ama cazip bir düşünce gibi geliyor. Bu cesaretin altında muhtemelen birkaç kadeh Glenfiddich var ama birazdan bir mum yakıp aydınlatacağım köşemde sakinleşeceğimi biliyorum. Yaşamak kadar güzel hayallerime birkaç keyifli şarkı namesi iliştirip mağarama çekilme vakti. Umutlarımı kadehime doldurup içerken Willie Nelson ve julio iglesias düet yapıyor. Hayallerle gerçekler çarpıştığında meydana gelen hasarı onamak kolay olmasa da mutlu anların ezgileri yardımcı oluyor.

Şimdi gelecek yeni gün için hazırlanma vakti. Önce tutkularım, hayallerim ve anılarımı teker teker yatıracağım. Sonra bitmeyen bu gecede içimdeki Süpermen’le baş başayız.  Bir pelerinim olsaydı nasıl uçardım dese de çekirge gibi sekerek epey yol aldığını kabul etmem lazım. Pelerinler dağıtılırken unutulması da onun suçu değil. Yaşamın düzeni böyle. Taytın üzerine kırmızı donu giyer ama pelerini alamazsın.

8 Kasım 2023

1 Kasım 2023 Çarşamba

Foça Notları

 

FOÇA NOTLARI

Foça notları olarak adlandırdığım bu bloğu  yazma nedenim; vakit ayırıp da yazamadığım uzun hikayem için kendimi teselli etmekti. Yani yazmam gelmişti ve tutamadım. İyi ki de tutamamışım . Şoförleri içine sığmadığı için ellerin kolların dışarı taştığı araçlar gibi, yaşadıklarımdan ve  düşündüklerimden taşanları buraya dökerek yoluma devam ediyorum.

Yazmanın bana çok yararı oldu. Yazı yazıyorum deyip işten kaçtığımda vicdanım rahatsız olmuyor. Birine saydırmak yerine buraya içimi döküp sakinleşebiliyorum. Bayanların ayna karşısında harcadıklarından daha fazla vakit alan laptop  güncellemelerini yapıyorum.  Gereksiz bilgiler peşinde olanların kafalarını karıştırdığımı düşünüp mutlu oluyorum, vs.

Yazı yazmayı öğrendiğimden beri yazmayı seviyorum. Yazmanın, kayıt tutmanın, bilgi ve düşüncelerini kağıt üzerine dökmenin hep önemli olduğunu düşünmüşümdür. Okul yıllarımda mürekkepli kalemle kağıdın başına oturduğumda aldığım keyfi hala hatırlarım.  Üniversitede iki daktilom oldu. Sonraları bilgisayar kullanarak yazmaya devam ettim. Şimdi laptopu koltuğumun altına koyup gittiğim her yerde yazı yazabilmenin konforunu yaşıyorum. Bazen bir kahve, bazen bir kadeh eşliğinde.

Yazılarımın farklı konularda olması, yıllar boyu yaptığım işler ve edindiğim bilgilerin çeşitliliğinden kaynaklanıyor. Bloğuma “aklımdan geçenler” demek belki daha doğru olurdu ama oturduğum yeri son durağım olarak gördüğümden “Foça Notları”nı kullanmak istedim.

1 Kasım 2023

25 Ekim 2023 Çarşamba

ÖĞRENME SERÜVENİM

 

ÖĞRENME SERÜVENİM

Muhtemelen beş yaşlarında, Türkiye’nin yokluk yıllarında sofrada tek tabaktan yemek yerken kaşığımı biraz bencilce kullandığımda “ekmeğini katık et” diye uyarılırdım. Daha oyun çağında yemeğin ne kadar değerli olduğunu ve tabaktan sadece kendi payımı yemeyi öğrendim.

Altı yaşında okula başlamadan sokaklarda gevrek satmaya çıktığımda; fırından yeni aldığım gevrekleri taze mi diye ısırıp almayan adamdan ilk ticari dersimi aldım.

İlkokul ikinci sınıfta öğretmenimiz kendi şiir kitabını herkese bedava dağıttıktan sonra görevden alınıp müdürümüz kitapları topladığında öğretmenimizin gidişine ağladım ama  muhtemelen sol içerikli o şiirlerin anlamını kavrayamayacak kadar küçüktüm.

Ortaokul birinci sınıfta, yılbaşı öncesi kendi inisiyatifimle hazırlayıp sınıfa götürdüğüm bir noel baba resmini; gavur inanışı diye fizik öğretmenim Hasan Bey bana yırttırıp bir de tokat attığında sorularıma cevap verecek kimse yoktu. Annem gidip müdür yardımcısına şikayet etti diye sonradan çağırıldığım müdür yardımcısı odasında her iki öğretmenden de dayak yediğimde konuşmanın bir bedeli olduğunu öğrendim.

Lise birde tarih öğretmenim Garra Sarmat sayesinde resmini, büstünü görüp şiirler okuduğum ama tanımadığım Atatürk’ü öğrenince hayat rehberimi bulmuş oldum.

AFS ile gittiğim ABD’de çok renkli bir yıl geçirdikten sonra, 50 devletten oluşan ama bizim kısaca Amerika deyip geçtiğimiz ülkenin gücünün nereden geldiğini anladım.

Üniversite yıllarımda kötülüklerle ve hayatın acımasızlıklarıyla tanıştım. Profesyonel iş hayatına hazırlanırken akademik ortamda emeğin nasıl istismar edildiğini, mevki ve yetkinin çıkar için nasıl kullanıldığını gördüm. Uzun boykotlarda param bitip çalışmak için eve döndüğümde gerçek sorunların farklı olduğunu, slogan atıp yumruk sallayarak hiçbir şeyin değişmeyeceğini, çoğunlukla kalabalığın arkasında saklananlara fırsat sağladığını ve çözüm için katkı vermek gerektiğini öğrendim.

İş hayatıma başladıktan sonra teknik deneyim edinmenin yanında ayak oyunlarında da ustalaştım. İngilizlerden iş bitirmek için  uzun vadeli strateji geliştirip kararlılıkla uygulamayı, Hollandalılardan farklı çözümler üretmeyi öğrendim. Ancak birkaç kuruş vergi indirimi için sokaklara dökülenlerin, sömürgelerinde neler yaptıklarını duymak bile istemediğini gördüğümde, onlardan insanlık ve demokrasi dersi alamayacağımı anladım.

Ülkemde ticari hayata atıldığımda düzenin kurnazlıklar üzerine kurulduğunu, en iyinin değil en kurnazın kazandığını, (legal olarak) zengin olmak için zengin olmak gerektiğini görünce kimsenin iştahını kabartmayacak bir iş seçtim. Kutlayarak açtığım o işi yirmi yıl sonra İzmir’e dönebilmek için kutlayarak kapattım ve emekli oldum. Bu yirmi yılda yaşadıklarım herkesden her şeyi beklemek gerektiğini öğretti ve bir kitaba konu olabilecek kadar farklı anılarım oldu.

Şimdi oğlum bana “çocuk ölü yatırım baba” dese de zamanında farklı düşündüğümden bir oğlum ve kızım oldu. Onlar bana doğru eğitimle ve fırsat verilirse ne kadar yararlı bireyler yetişebileceğini gösterdi. Yıllar boyunca elbette her zaman doğru kararlar veremedim ama bedelini de ödedim.

Yurtiçi-yurt dışı birçok yerde kaldım ama İzmir’den vazgeçemeyeceğimi anladım ve emekli olunca İzmir’e döndüm. Her ne kadar emeklilik bir hayat projesidir diyerek 15 yıl planlama yaptıysam da emeklilikte geçinmek için devlete sırtımı yaslayamayacağımı öğrendim.

Öğrenmenin sonu olmadığını gördüm. Yaşam hala beni şaşırtabiliyor ve ders veriyor. Yaptığım birçok şeyi mutluluk için yaptım ve bunun için de çok çaba harcadım ama mutluğun çabayla değil şansla geldiğini öğrendiğimde artık çok geçti.

25 Ekim 2023

23 Ekim 2023 Pazartesi

ÖZGÜRCE HAVLAMAK

 

ÖZGÜRCE HAVLAMAK

Zeytin…. Bizim köpeğimiz.

Gıcık olduğu herkese havlıyor. Susturmak da kolay değil. Bu davranışının bazı durumlarda pek de “medeni” olmadığını bir türlü anlatamadık. Artık yaşlanmaya da başladığından sonunda vazgeçtik. Bırakıyoruz özgürce havlasın. 

Bugün Filistin’de yaşananları politika sahnesinde toparlamaya çalışanların, ne kadar çaba sarf ettiklerini, “demokratik platform” denilen mekanlarda “medeni” bir şekilde konuşarak yardım etmeye çalışanları nasıl durdurduklarını  izliyoruz.  Diğer yanda demokratik ve insancıl ekran görüntüsünün ardındaki taş devri Homo Sapiensler,  Fazıl Say’ın konserlerini iptal ediyor, çeşitli “medeni” ülkelerde adalet talepleri “demokratik” bir şekilde engelleniyor.

Zeytin kadar özgürlüğümüz yok.

Aslında niyetleri çok belli olan, ancak engelleyemediğimiz bu güç odaklarının yaptıklarına karşılık kimse o “demokratik platformlarda” onların suratlarına “medeni” bir şekilde tüküremiyor.

İnsanlık dersi verenlerin “dediğimi yap, yaptığımı yapamazsın” stratejisi kaçıncı kez temcit pilavı gibi önümüzde.  Adalet isteyen ve adaletli olmaya çalışan insanlar dünyada çoğunluğu oluştururken, elindeki gücü kendi konumunu pekiştirmek için kullanan azınlığa karşı bize Zeytin kadar bile özgürlük bırakmıyorlar. Korkuları artık sonlarının yaklaştığını görmelerinden mi acaba?

Zeytin havlıyor…..

İmrenerek bakıyorum.

23 Ekim 2023

18 Ekim 2023 Çarşamba

 

UMUDU SEVMEK

Gecenin bir saatinde uyandığında tekrar uyuyabilmek için umut gerekli. 

Yarını yaşama umudu….

Sabah güneşin tekrar doğması, yaşamın yüzümüze bir daha gülümsemesi, aradığımızı bulma umudu gibi.  Aldığımız nefes, içtiğimiz su ve yediğimiz ekmek kadar önemli umut. 

Umudu sevmek yaşamı sevmek gibidir.

Umut hayallerimizi beslerken hayaller de yaşam enerjisini yönlendirir.

Tutkularımız umutlarımızda yeşerir, hayallerimizde gelişip yaşamımıza girer. Yanlış giden bir şeyden umut olduğu sürece vazgeçmez tekrar tekrar deneriz. Başarıya ulaşmak kadar umutla geçen bu süreç de mutlu eder insanı. Yani bir başka deyişle mutlu olmak için de umut gereklidir. 

Umudu yitirince zaman da duracakmış gibi yavaşlar sanki.  Durduğunda boyut değiştirecekmiş gibi. Onun için önemlidir umutlara sıkı sıkı sarılıp hemen vazgeçmemek.

Çocukluğumda taşıdığım umutların hepsi gerçekleşmese de kurduğum hayallerle mutlu olmuştum. Geçen yıllar umutlardan bir yaşam çıkarırken; o yaşam, beraberinde başka umutları getirdi. Yaşamın hoş olmayan yüzüne baktığım anlarda bile mutlu olmak için sadece umutlarım vardı.  

Umudu seviyorum.

18 Ekim 2023

22 Ağustos 2023 Salı

TEZGAH KURMAK

 

TEZGAH KURMAK

Her şey bir tezgah kurmakla başlıyor.

Nerede mi?

Şehri siz seçin çünkü hikaye aynı.

Olmayacak bir yerin olmayacak bir köşesinde birden beliren bu küçük seyyar tezgahtan satış yapan birini görüyorsunuz. Sattığı yiyecek, giyecek vs her şey olabilir. Belki de ilk gün dikkat bile etmediğiniz o tezgah her gün açılmaya başlayınca mutlaka dikkatinizi çekiyor ama seyyar görüntüsü yarın olmayabilir izlenimi uyandırdığından kimse üzerinde durmuyor.

Birkaç ay içinde artık seyyar tezgahın her gün orada olacağını anlamış oluyorsunuz.

Sonraki birkaç ayda tezgahtaki çeşitlerin arttığını, müşterilerin müdavimleştiğini, tezgahın orasının burasının kapatılıp hava şartlarında karşı önlem alındığı görüyorsunuz ama bu noktaya kadar anlamadığım nedenlerden ilgili devlet birimleri bu ticaretin varlığını umursar gibi değil. Çevrede legal olarak benzer ticaret yapan işletmeler haksız rekabetten, çevre sakinleri işgal edilen alandan şikayetçi  ama nedense sonuç yok.

Birkaç yıl sonra o tezgah artık tezgahtan önce küçük bir dükkana, sonra da çıkma ve  eklentileriyle çalışanları olan bir mağazaya dönüşünce geçmişini hatırlayan bile kalmıyor.  Taa ki bir yerlerde yönetim değişince, bir gün; kamu malı üstüne izinsiz bina kurup, ruhsatsız işletme çalıştırıp, vergiden kaçındığı için; devlet tankı topu ve tüfeğiyle kapısına dayanınca yaşanan arbede de akşam haberlerine çıkana kadar. İşte o zaman cevval habercilerimiz ekmek teknelerini korumak için mücadele veren emekçilerin dramlarını duyurmak için yarışıyor.

Bir adalet arayışıyla vah vah deyip izliyoruz.

Ama adaletin yerini bulması için ilk gün o tezgahı kuranla onu ikaz etmeyene kadar dönmek gerektiğiyle kimse ilgilenmek istemiyor. Sorunu onca yıl orada kaçak çalıştırılmış bir işetmenin kaldırılması olarak göstermek galiba daha uygun.

Yerelde dükkanlar için işgaliye diye bir tabir var. Bazı dükkan sahipleri, kendi dükkanı önündeki bir stand için yerel idareye işgaliye parası ödeyince; yaya kaldırımını, yolu, başka dükkanın önünü işgal etmeye hak kazandığını düşünür. Hatta daha cesaretliler bunu işgaliye ödemeden bile yapar. İkazlara kabadayılanmak da racondandır.

İşgaliye bulaşıcıdır. Bir dükkan önüne bir sandalye koyunca bir haftada içinde sokak kahvehaneye ya da açık işporta pazarına döner. Kanserli hücre gibi üreyen tabela ve reklam panoları bu görüntüye tüy diker.

Sorun yine aynı sorundur.

Birinci gün ilk sandalye koyanı, ilk reklam panosunu dikeni engelleyen yoktur.

Bu memleket hepimizin.

Ama bazıları biraz daha fazla onların olduğunu düşünüyor gibi.

Bırakırsak öyle olacak gibi.

22 Ağustos 2023

15 Ağustos 2023 Salı

ÖZEL TRAFO KURMANIN SIKINTILARI

 

ÖZEL TRAFO KURMANIN SIKINTILARI

Foça’da, mahalle yerleşimlerinden biraz uzaktaki evimizin elektrik ihtiyacını karşılayabilmek için iki komşuyla beraber ileride bir kişi daha katılır diyerek 100 KW’lık bir trafo kurup birkaç direk dikerek en yakın orta gerilim hattından trafoya ve evlere elektrik verdik. Bir müddet sonra bir komşu daha katılınca dört kişiyi tamamlamış olduk. İşleyişle ilgili hiçbir fikrim olmadığı için yerel elektrik dağıtım şirketinin bunun projelendirme ve yapım masraflarına katılmamasında bir sorun görmedim. Çünkü alternatifim kendi solar-rüzgar türbini sistemimi kurmaktı ve benzer maliyete çıkacaktı. Kendi kuracağım sistemin bakım masraflarını ve zorluklarını da düşünerek komşularla beraber hareket etmeyi uygun görmüştüm.


Trafoyu kullanmaya başladıktan sonra artık yaptığım seçimin çok yanlış olduğunu anladım. Çünkü:

-Trafo, hatlar ve direklerden ortaklar sorumlu. Bizde olmadı ama ortaklardan trafo  bakım-tamir masrafları için para toplamak sorun olabilir özellikle çok ortaklı trafolarda.

- Trafoya veya direklere kaza, yangın veya yıldırım düşmesi ile bir şey olursa yenisini yapmak da ortakların sorumluluğunda. Eğer sigortalayacak bir şirket bulunamazsa  dua etmekten başka yapabilecek bir şey yok.

- Elektrik dağıtım şirketi bir elektrik mühendisi ile bakım anlaşması yapılmazsa özel trafo kullanıcılarının talepleriyle ilgilenmeyeceğini söylüyor. (sanki kendileri her arızaya elektrik mühendisi gönderiyorlar gibi !). Elektrik mühendisi ile anlaşma yapmanın aylık masrafının çok yüksek ve buna arızalarda müdahale bedeli dahil değil. Anlaşma yapılmasa bile her bakım-tamir işi için çağırılacak orta gerilim elektrikçi ekibi ve malzemeleri de ucuz değil.

- Elektrik arızalarında, arıza özel trafo ve hatlarda ise özel bir tamir ekibi bulana kadar elektrik kesik kalır. Yağmurlu bir havada, gece veya tatilde direğe çıkacak bir ekip bulmanın ne kadar zor olduğunu gördük.

-Aşağıdaki şekilde gösterdiğim gibi, Yerel elektrik dağıtım şirketi elektriği orta gerilimden vermekle birlikte alçak gerilim tarifesinden faturalandırıp faturaya trafodaki elektrik kaybını da ekliyor. Dört ortaklı 100kw bizim sistemde bu benim için yaklaşık ayda 75 KW ilave kayıp ki bu da faturamı %25 yükseltiyor.

- O mutlu gün gelip de dağıtım şirketi özel trafo kullanıcılarına kendi hatlarından elektrik vermeye karar verdiğinde; özel trafo, hatlar ve direkler için yapılan masrafı ödemiyor. Ya bedelsiz devir alıyor ya da istemiyor.

Bizim durumumuzda, yerel elektrik dağıtım şirketi dört eve elektriği kendi getirseydi ilk yatırımı ve bakım masraflarını kendi yapmak zorunda kalacak, bir de trafo kaybı diye faturaya ek masraf koyamayacaktı. Sizce özel bir şirketin bunu yapmak için geçerli bir ekonomik nedeni var mı? Ayrıca kime şirketin elektrik götüreceği ve kimin kendi parasıyla bunu getireceği konusunda bir açıklık yok. Ayrıca; zaman içinde komşunuza kadar elektrik getirildiğinde bile trafoyu bırakıp şirketten elektrik almak için (abone olmanıza rağmen) yeni abonelik başvurusunda bulunup, yaptığınız tesisatı ücretsiz şirkete devredip, proje çizdirip bağlantılarınızı bu projeye göre hazırlamanız gerekmekte. Yani trafoyu alırken de bırakırken de dayak kaçınılmaz.

Eğer benzer durumda özel trafo kurup elektrik alma planınız varsa önerim;

- elektriği bölgenize getirmeleri için bir müşteri gurubu oluşturup beraberce şirketi ikna etmeye çalışmak ve bunun için her yolu denemek,

- eğer olmuyorsa kendi elektriğinizi üretmek (hatta fazlasını satmak) için araştırma yapmak,

- eğer bu da olmuyorsa yiyeceğiniz dayak için hazırlık yapmaktır.

15 Ağustos 2023

 

27 Temmuz 2023 Perşembe

DENİZLE SINAV

 

DENİZLE SINAV

İzmir’lileri denizden uzak tutmak zordur. Ben de denizi ve denizciliği çok seviyorum ve yıllar sonra dönüp Foça’ya yerleştikten sonra Ankara’da aldığım kaptanlık ehiyetimi (ADB) kullanma fırsatı bulunca çok sevindim. 

Denizcilik sadece bilim değil bir centilmenlik kültürüdür. Denizciler, hangi ülkeden olurlarsa olsunlar ortak kuralları uygularlar. Bunlardan zorunlu olanlar; her teknede bulunması gereken “Denizde Çatışmayı Önleme Tüzüğü” kitabındadır. Bir de denizcilerin titizlikle uymaya gayret ettikleri nezaket kuralları vardır. Örnek mi? Bir tekneye izin almadan girmezsiniz.  Limanda diğer teknelere yakın seyir halindeyken süratinizi onları en az rahatsız edecek şekilde ayarlarsınız. Birçok teknenin bağlandığı veya demirlediği yerlerde rahatsız edici gürültüden kaçınırsınız. Denizi kirletmezsiniz. İskelede yanınızda tekne varsa usturmaçalarınızı bağlarsınız. Vs. vs. 

Bu noktada zaten herkes bunları uyguluyor demeyi çok isterdim ama birçoğu bu kuralları hem uygulamıyor hem de yaptıkları yanına kar kalıyor.  Karada bir piknik alanında yapılanların aynısını denizde de görmek mümkün. Denetimler genelde mavi kart doldurma olarak bilinen atık yönetimi ve tekne güvenlik ekipmanları için yapılıyor. Yani karada olduğu gibi kağıt üstünde her şey tamam.  Gerisi kaptanın bilgi, görgü ve nezaket seviyesine bağlı. 

Demirleme alanlarında veya liman içinde hızlı tekne kullanan kaptanlar, demirlemiş teknelerden herkesin ayağa kalkıp hayranlıkla kendine baktığını zanneder ama onlar gelecek dalgaların vereceği zararı engelleme telaşındadır. Doğanın en sessiz yerlerinden, deniz üzerinde;  yüksek volümde müzik yayını yapan, tertemiz havasını mangal dumanlarıyla kirletenler; iskeledeki teknelere sahipleri yokken girip balık tutan veya denize girenler; ağını, halatını, lastiğini denize atanlar denizle sınavda sınıfta kaldığımızın en büyük göstergesi. 

Öyle görünüyor ki karada doğaya ve insana saygı yokken denizde de olmayacak. 

27 Temmuz 2023

5 Temmuz 2023 Çarşamba

ÇÖPTEN ADAMDAN ÇÖP ADAMA

 

ÇÖPTEN ADAMDAN ÇÖP ADAMA

Foça’dan çıkışta önümde seyreden markasını vermek istemediğim çok lüks bir araçtan yola bir yığın çöp atıldığını gördüğümde çok üzülmüştüm. Elbette bu ilk değildi. Daha önce de karşıdan gelen kamyonetin ön koltuğunda oturan üç kişinin yemek artıklarını, foam kaplarını ve içecek kutularını ata ata geldiklerini de görmüştüm. Arabalarını temiz tutmak için memleketi kirletenleri durdurmak mümkün değil. Bunu yapanların birçoğu okumuş ve çevre denince mangalda kül bırakmayan  insanlar olduğundan eğitim de bir işe yaramamış anlaşılan. Görünen o ki çöpten adam çizerek başladıkları eğitim hayatlarını çöp adam olarak tamamlamışlar. (Çöpten adam deyimini değiştirmek istemediğim için adam kelimesini insan olarak düşünün lütfen) 

Çöp atmak o kadar kolay ve hesabını soran kimse yok ki cepleri temiz tutmak için sokakları, piknikte atık taşımamak için ören yerlerini, işyerinde masraf olmasın diye çevreyi, evleri temiz tutmak için mahalleyi herkesin gözünün içine baka baka kirletmek mümkün. Eğer pantolonun üzerine don giyen bir Süpermen değilseniz  bu magandaları durdurmak için uyarmanız da şiddet görmenize neden olabilir. Hele bir de uyardığınızın resmi bir gücü ya da tanıdığı varsa memleket sevdanız nerede sonlanır bilinmez. 

Ben görür müyüm bilmiyorum; ama çoğunluğun yurdunu gerçekten sevmeye başladığını, çöp adamlar parmakla gösterilecek kadar azaldığında anlayacağız.

5 Temmuz 2023

27 Haziran 2023 Salı

EL NİNO YILINA GİRERKEN

 

EL NİNO YILINA GİRERKEN

Önce kuraklık sonra seller. Yıllar önce BBC’de uzmanlar bölge ile ilgili iklim değişiklikleri hakkında çalışmaların sonuçlarını anlatırken Türkiye’nin gelecekte kuraklık ve sellerle mücadele edeceğini belirtmişlerdi. Bana ilginç geldiği için aklımda kaldı. 2022 de Foça’nın yaşadığı kuraklıktan sonra bu yıl geç başlayıp haziranda bile devam eden  yağışlar, bizim yağmur suyu toplama sistemi için iyi olsa da ekolojik dengenin değiştiğinin bir habercisi. 

Ülke gündemini meşgul eden o kadar fazla konu var ki; iklim değişikliği ile ilgili neler yapabileceğimizle ilgili bana kadar gelen bir haber henüz yok. Ama olmalıydı. Benim bütün derdim; yağmur toplama sistemimizdeki su miktarı ve artan sivrisinekle mücadeleden ibaret olmamalı. Gelecek on yıllarda bizden sonrakilere kalması için yapmaya çalıştıklarımızın bozulan iklim dengesi yüzünden silinip gidebileceğini düşünmek beni rahatsız ediyor. Ve umarım sadece beni rahatsız etmiyordur. Bölgesel politik ve ekonomik zorluklar gündemde ön sırayı alsa da, bilim insanları ve devletin ilgili kurumlarının, iklimsel değişikliklerin getireceği sorunlar üzerinde çalıştıklarını düşünmek istiyorum. Kritik eşiğin ne zaman aşılacağı ve ne zaman uğraştığımız işlerden kafamızı kaldırıp da doğanın verdiği tepkiyle uğraşmaya öncelik vereceğimizi bilen var mı emin değilim. O durumda yapabileceğimiz bir şey olup olmadığını da bilmiyorum.

El Nino yılına girerken savaşlar, siyasi ve ekonomik krizler; küresel iklim değişikliği tehdidini gölgelememeli.  Tehdidi yaratan ülkeler, tehdidin sonuçlarının faturasının başkalarına çıktığını düşünüyorlarsa, göçmen krizinde olduğu gibi bir gün kendi kapılarının da çalınacağını unutmasınlar. Sonuçta aynı kürenin üzerinde dönüp durmuyor muyuz?

27 Haziran 2023

 

22 Haziran 2023 Perşembe

İSKELE BABASI

 

İSKELE BABASI

Çocukken Konak İskelesinden vapurla Karşıyaka’ya geçerdik. Vapurların kalın halatlarını bağladıkları heybetli demirlere vapur babası dendiğini duyduğumda nedense gözümün önüne Hulusi Kentmen gelmişti. Çocuk dünyamda vapur babalarının tekneleri koruduğunu düşünüp, o görünüşe de rahmetli Hulusi Kentmen’i yakıştırmıştım. Galiba bu yüzden hala tekneleri bağladıkları babaların anlamlı bir görevi olduğunu düşünürüm.

Bu ara Foça’nın girişine asılan panoda herkesin babalar gününü kutluyorlar. Merak ettim;  herkese iskele babaları da dahil mi? Rüzgarlı kuzey Ege denizinden dönüp, Foça Limanındaki babalara bağlanan tekneler kıyıya yaslanıp ne kadar keyifle salınırlar değil mi? O babalar, halatlarını bağlayan teknelere güvenle dinlenebilme fırsatı verir. Tıpkı kaç yaşında olurlarsa olsunlar, çocukların baba evinde hissettikleri güven ve huzur gibi. Bazı babalar, birden fazla tekne bağlı olmasına rağmen, hiç kımıldamadan hepsinin halatlarını emniyetle nasıl taşır şaşırırsınız.  Bazı babalara ise hiç halat bağlanmamıştır. O babalar ya dönecek bir tekneyi bekliyordur; ya da görevini tamamladığı için sökülmeyi.

22 Haziran 2023

31 Mayıs 2023 Çarşamba

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN PRENSES

 

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN PRENSES

Sevgili Ece’miz, işte şimdi “ten” oldun. Büyüyüp genç bir kız olduğunu görmek ne kadar güzel. Doğumuna gelmek için yola çıkarken, doğduğunu öğrenip son sürat hastaneye gelmemiz gibi; geçen “ten” yılın çok hızlı geçtiğini düşünüyorum. Yıllardan sorumlu olmasan da doğuma gelirken yolda kesilen iki radar cezasını büyüyünce tahsil edilmek üzere borç hanene yazdık bilesin.

Sizin nesliniz cep telefonu nesli olduğundan neredeyse tüm yaşamın videoda. Yani istediğin zaman geçmişe dönüp kendini seyretme şansın var. Benim en hoşuma giden anılarımızda; Ankara’daki evin bahçesindeki suya taş atmamız, salonda halı üzerinde arabalarla oynamamız var. Bir ara kamyon ya da ambulans şoförü olacak kadar iyi araba kullandığını hatırlıyorum.

 Büyüdükçe ve öğrendikçe ufkun da büyüyor. Yaşadıklarının analizini yapıp yorumlama yeteneğin zekanın bir göstergesi. Baban ve halandan sonra bana laf atmak için fırsatı kaçırmayan muzip hazır cevap hallerini gördükçe işimin zorlaştığının farkındayım. Bazen senin için “çılgın dede” oldum, bazen de “sen sinek işine bak” diye fırça yedim. Sofralarımız seninle şenlendi ve “en küçük tabak” hep benim oldu.

 

Sana sağlıkla ve mutlulukla yaşayacağın uzun bir ömür diliyorum. Yolun ve bahtın açık, doğum günün kutlu olsun.

 

31 Mayıs 2023

26 Mayıs 2023 Cuma

ORJİNAL FİKİR ÜRETMEK

 

ORJİNAL FİKİR ÜRETMEK

Birkaç gün evvel televizyondaki bir ekonomi programında konuşmacının özellikle Avrupa ülkelerinden örnekler vererek, büyük şehirlerde 20 metrekarelik dairelerde yaşamayı öğrenmemiz gerektiğini söylemesi ilgimi çekti. Gittikçe betonlaşarak büyüyen ülkemiz şehirlerinde yeni çözümler aramamız gerektiğini düşünen bir kişi olarak konu ilgimi çekti. Gelişmiş ülkelerde kişi başına 14 metrekarelik dairelerin çok normal olduğundan bahisle bizim 3+1 lik dairelerden vazgeçmemiz gerektiği ve daha küçük dairelerle daire fiyatlarının da düşük olacağını anlattı.

Söylenenler yanlış değil ama kapsamlı bir plandan yoksun. Okullarda fen derslerinde “diğer bütün şeyler sabitken” diye başlayan teoriler gibi. Lineer düşünce tarzı sosyal yaşamı düzenlemek için fikir üretmeye uygun değil. Çünkü 20 metrekareye sıkıştırdığınız insanların akıl sağlığını korumak için şehirlerde her bölgede parklara, sosyal aktivite alanlarına ve düzenli toplu aktivitelere ihtiyaçları var. Örnek alınan ülkelerde sadece daire büyüklüğüne değil, hemen yakınında erişebildikleri sosyal alanlara, herkesin katılabileceği sosyal aktivitelere, bireylerin yaşam tarzlarına da bakmak lazım.

Kitap okuyan, evinden çıkıp hemen yakındaki yeşil alanlarda  koşusunu, yürüyüşünü yapabilen, dernek veya topluluklarda sosyal faaliyetlere katılan, tatil yapabilen bir toplumla bizim genele bakınca) aile veya birkaç arkadaş ile zamanını geçiren, ekonomik durumu kısıtlı insanımız arasındaki farkı bırakın, Ege’deki yaşamla orta Anadolu yaşamı bile farklıdır. O yüzden İzmir’de insanlar balkonlu ev isterken, Orta Anadolu’da balkon depo olarak kullanılır.

Türkiye benim çocukluğumdan beri, mimari olarak yurt dışından uysun uymasın bir dünya uygulama tarzını hayatımıza ve imar yönetmeliklerine soktu. İnsanlar moda oldu diye bunlara rağbet etseler de yaşam tarzına uydurmak için kendi değişikliklerini yapmaya başlayınca işler karıştı. Balkon demirlikleri brandalarla kapatıldı, ortak bahçelerde aile mahremiyeti için seperatörler kuruldu, daire balkonlarında barbeküler, dairelerde  yürüme bantları yüzünden kavgalar çıktı vs.

Fikir üretmek güzeldir ama başkalarının fikirlerini alıp kullanırken bize uygulanabilir olması için gerekli değişiklikleri de düşünmek lazım. Hatta biraz daha ileri gidip başkalarının örnek alacağı orijinal fikirler üretsek çok daha güzel.

26 Mayıs 2023

 

22 Mayıs 2023 Pazartesi

ANI YAŞARKEN

 

ANI YAŞARKEN

Son iki ay tersanede teknemizin tadilat ve bakımında yoğun bir şekilde çalıştıktan sonra akşam üstü şükür saatinde (happy hour) bahçede karabiber ağacının altında oturup dinlenme fırsatını henüz bulabiliyorum.  Biraz önce geçen bulutların bıraktığı yağmurdan sonra açan güneşin yakıcılığı yazın habercisi gibi.  Buralarda yağmurdan sonra güneş açınca zeytin ağacı yapraklarında su damlalarıyla ışığın pırlantaları kıskandıracak dansı başlar.  İşte o zaman Luciano Pavarotti ve Lucio Dalla’nın Caruso’sunu dinleyip bu anlamlı şakının duygusallığını yaşamanın tam sırası. Pavarotti’nin  beni anı yaşamaya davet eden yükselen sesi, Enrico Caruso’nun yaşamından izleri de beraberinde getiriyor. 

 Akıp giden yaşam, teknenin dümen suyundaki iz gibi uzaklaştıkça siliniyor ve denizin enginliğinde kayboluyor. Yaşayanların hafızası kadar kısa bir ömrü var yaşananların ama hissedilenler yaşam kadar değerli. Sinatra’nın My Way’i, Dalla’nın Caruso’su bunun için anlamlı ve ölümsüz.

22 Mayıs 2023

 

4 Mart 2023 Cumartesi

ISI POMPASI - PELET KAZANI KARŞILAŞTIRMASI

 

ISI POMPASI – PELET KAZANI  KARŞILAŞTIRMASI 

Pelet kazanlarında kullandığım çam peletinin fiyatı, enerji krizi içindeki Avrupa ülkelerinden gelen talep üzerine 6 bin-6 bin 500 bandına çıkınca, beş yıldır kullanmakta olduğum pelet kazanını kaldırıp, bir yıl sonra takmayı planladığım ısı pompasını almaya karar verdim.  Yaptığım araştırma sonucunda 12 KW’lık  Wiessmann Vitocal 100-A ısı pompasının evimiz için uygun olduğuna karar verdim. Seçimimde; COP değerleri, monofaze olması, ilave rezistans ısıtıcılı OLMAMASI, verimliliği, servis ağı ve monoblok gövdesi olması etkili oldu.

Öncelikle evimizin arazi içinde dört tarafı rüzgara açık, tek katlı 150 m2 bir ev olduğunu, tavan yüksekliğinin de ortalama 3,75 m olduğunu (mahya 4,5 m – saçak 3 m) belirtmem lazım. Dört cephede neredeyse akvaryum gibi toplam 48 m2 cam alanı bulunduğunu ancak çatı, duvar ve camlarda çok iyi ısı izolasyonu yaptığımızı da ilave etmeliyim. Isı pompasına geçerken tek endişem, evde yerden ısıtma olmadığı ve toplam 9 m2 radyatörle ısınma sağlandığı için soğuk günlerde yeterli ısı alamamaktı.  

Isı pompasını kullanmaya başladıktan sonra pelet kazanını doldurma ve temizleme işlerinden kurtulmak beni fazlasıyla memnun etti. Her ne kadar ılıman bir kış geçirsek de, sıcaklığın -4 dereceye kadar düştüğü gecelerde evi ısıtmak konusunda da hiçbir sıkıntı yaşamadık.

İşin maliyet tarafında; Isı pompası ile pelet kazanı kullanımız arasında bir kıyas yapmak için (2023 fiyatlarıyla) şöyle bir karşılaştırma verebilirim :

 

                                               PELET KAZANI        ISI POMPASI

            kg/gün- TL/gün          kwh/gün -  TL/gün

En az tüketim                        20 kg - 130 TL          8 kw  - 21 TL

Ortalama tüketim                  35 kg -  227 TL         28 kw -  75 TL

Soğuk günler                        75 kg – 487 TL         55 kw – 146 TL

 

Yukarıda pelet kazanı için verilen maliyete, tam ölçemediğim için kazanın kullandığı elektriği (sirkülasyon pompası, burgu ve fan motoru) dahil edemedim.

 Sonuç olarak; pelet kazanından ısı pompasına dönüşümden çok memnunum.

 Benzeri bir karar öncesinde olanlara önerim;

1- Isı izolasyonunuz çok iyi olsun,

2- Mümkünse yerden ısıtma kullanın çünkü o zaman daha düşük ısıda evi ısıtmak mümkün,

3- Gerektiğinden daha büyük bir ısı pompası kullanmakla daha fazla elektrik tüketeceğinizi unutmayın. Bize önerilen 14-16 KW yerine ben kendi ölçümlerime dayanarak 12 KW bir ısı pompası seçtim ve seçimim çok doğru oldu,

4- Hava soğuduktan sonra ısı pompasını hiç durdurmadan çalıştırın çünkü ısı pompası küçük ısı farkları üreterek evi ısıttığından kapatıp açarak evi istediğiniz ısıya getirmekte zorlanabilirsiniz.

4 Mart 2023

 

 

8 Şubat 2023 Çarşamba

TEST EDİLİYORUZ

 

TEST EDİLİYORUZ

6 Şubat sabahı yüreğimizi yakan haberler gelmeye başladığından beri acı içindeyiz. Herkesin yardım için çırpındığı bu ortamda, deprem bölgesine ulaşan kurtarma ekipleri çalışırken, milyonlar dualarıyla katılıyor. Ulaşılabilen her enkazın, kurtarılan her canın heyecanıyla birbirimize kilitlendik.

Bir deprem ülkesinde yaşayıp, onlarca deprem geçirdikten sonra şimdi en büyük testten geçiyoruz.

Onca yılda deprem konusunda ne kadar yol aldığımız test ediliyor.

Her seviyede ve alanda afet yönetimimiz test ediliyor.

Bürokrasiden siyasete yöneticilerimiz test ediliyor.

İlkokul öğrencisinden profesörlerimize bilgimiz test ediliyor.

Vatandaştan müteahhide, memurundan denetçisine kararlarımız test ediliyor.

Ama en önemlisi; gönüllüsüyle, fırsatçısıyla insanlığımız test ediliyor.

Yaşanan afetin boyutu, sahadan yapılan yayınlar ve deprem bölgesiyle herkesin bir şekilde bağı olması test sonucunu makyajlamayı zorlaştırıyor. Enkaz altındaki canları kurtarıp yaralarımızı sararken de test edilmeye devam edeceğiz.

Sorun hepimizin sorunu ve tekrar yaşamamak bizim elimizde. Aynı davranışların aynı sonuca götürmesini istemiyorsak; topu başkasına atmadan eski davranışlarımızı değiştirmenin tam zamanı.

8 Şubat 2023

27 Ocak 2023 Cuma

NEDEN SANAL

 

NEDEN SANAL ?

Blog yazılarım akşam haberlerine döndü. Yazılamadıklarımı çıkarınca geriye yemek tarifleri, moda vs kalıyor. Yemek yapmaktan ve yemekten hoşlanan birisi olarak yemek üzerine konuşmak beni sıkmıyor ama modadan hiç anlamam. Neden bu kadar eleştiriye kapalı olduğumuzu düşününce, Ata’mızın diktiği demokrasi fidanını beslemeyi ve büyütmeyi başaramadığımıza kadar gidiyorum. Konuşmaktan korkan bir toplumu, düşünen ve düşündüklerini söyleyen bir topluma dönüştürme işleminin  önce yavaşladığını sonra da yozlaştığını görmek zor değil. Yavaşlama baskıyla, yozlaşma bilgi kirliliği ile gerçekleşiyor. Baskıların az ya da çok her zaman olabileceğini kabul ediyorum. Özellikle demokratik hakların korunamadığı yerlerde bununla başa çıkmak için daha çok emek vermek gerekiyor. Ama bilgi kirliliği çok daha tehlikeli. Günlük işlerimizi bile internet bilgilerini kullanarak programladığımız, sanal medya vasıtası ile dünyadan haberdar olduğumuz bir çağda, demokratik ortam şemsiyesinin yalan ve yanlış bilgilerin aktarılmasını nasıl engelleyebileceği büyük bir soru işareti. Diğer yanda sansür suistimale çok açık ve bilgi edinme özgürlüğü önünde bir engel ayrıca “biraz sansür” , “biraz hamile” olmak kadar imkansız (Irving Wallace). Bilgi akışını kontrol etmek adına ne kadar ileriye gidebileceklerini görmek için 70 lerden beri öldürülerek susturulan yazar ve düşünürleri hatırlayalım. Bernard Shaw cinayet sansürün en aşırı formudur dememiş miydi.

Eski kafalı birisi olarak, sanal dünyanın neden sanal olması gerektiğini anlamış değilim. Çocukluğumda, bilgi aradığım zaman yan sokaktaki halk kütüphanesini veya Konak’taki Milli Kütüphaneyi kullanırdım. Girişte kütüphane kimliğimizi gösterip girer, hatta ödünç kitap bile alırdık. Şimdi kendine bir isim uyduran, internet üzerinde her şekle girebiliyor. Ama iş devlet, banka veya büyük kurumlar işi olunca, kendi kimliğiniz ve şifrelerinizle işlem yapabiliyorsunuz. Oradaki işlemlerden kanun karşısında sorumluyuz da sosyal medya denilen vahşi ormanda neden sahte isimlerle kendimizi saklama gereği duyuyoruz. Gerçek dünyada kendinizden başka bir isimle ortada dolaşmanızın adı dolandırıcılıktır. Yani bana göre bu sistemin daha başından beri çalışma şeklinde bir sorun var. Sanal kimlik gerçek kimliği gizlemek amaçlı kullanılamasa, dışarıda yapılamayanlar sanal ortamda da yapılamaz. Bu durumda geriye gerçek ortamda ne kadar özgür davranabildiğimiz kalır. Yani çıkıp konuşmaktan korktuğumuz bir yerde, sanal kimlik arkasına gizlenip ucuz kahramanlık peşinde koşmak yerine konuşma özgürlüğümüzü kazanmak için çaba harcamak gerekir.

27 Ocak 2023

 

25 Ocak 2023 Çarşamba

 

YAŞAMIM İZMİR’DEN İZMİR’E BİR YOL


İzmir Konak’da 442. sokakta, kira bir evde doğduktan kısa bir süre sonra babam ustası olarak çalıştığı tarihi Arap Fırını’nı alıp, fırının üstündeki eve taşınınca çocukluğum ve gençliğim Beyler sokakları-Kemeraltı-Varyant civarında geçti. İsmet İnönü’nün doğduğu ev iki sokak ötemizde, Sezen Aksu mahallemizdeydi. İzmir’in o günlerinin güzelliği ve yaşantısının özelliği sanki hafızama kazındı. Altı yaşımdan sonra da gevrek-kumru fırıncılığını içindeydim. Atmış ihtilalini hayal mayal hatırlasam da 1974 Kıbrıs Barış Harekatını üniversiteye başlayacağım yıl yaşadım. Fırıncı olmak istemediğimden, Sakarya İlkokulu ve Hürriyet Orta Okulunu başarıyla tamamlayıp İzmir Atatürk Lisesi’ne yazıldım. O günlerde İzmir’in batıya dönük ve özgür ortamında ne olmak istediğimden çok hayatı, macerası bol yaşamak gibi bir arzum olduğunu anımsıyorum. Öyle de oldu. Biraz oramı buramı yaksam da birçok şeyi deneyimleme  fırsatı yakaladım ve önemli olayların içinde oldum. Ama nereye gidersem gideyim  İzmir vazgeçilmezim oldu.

1973 Yılında üniversite sınavlarına hazırlanırken hedefim İTÜ uçak mühendisliğiydi. Bunda Lise müdürümüz rahmetli Ali Kemal Görgülü’nün de payı vardı. İzmir Atatürk Lisesi’nin İTÜ’ye en fazla mezun gönderebilmesi için başarılı öğrencilerle kalabalık bir son sınıf kurup, hem matematik hem sınıf öğretmeni olarak bizzat ilgilenmişti. Ama hesaba katamadığı; üniversite seçme sınavı soruları  çalındığı için sınav sonuçlarının iptal edilip sınavın birkaç ay sonra yenilenmesi kararıydı. O tarihte ODTÜ’ye giriş sınavını, üniversite kendisi yaptığından birçok kişi sonbahardaki sınavı beklemeden ODTÜ’ye kayıt yaptırmıştı. Lise sonda kazandığım AFS öğrenci değişim bursuyla ABD’ye gideceğimden, ben de o kayıt yaptıranlardan biriydim. Ancak ODTÜ’de uçak mühendisliği bölümü olmadığından  ve son dönemde jeoloji dersinde işlediğimiz petrol konusu ilgimi çektiğinden petrol mühendisliğine yazılmıştım. Böylece bir yıl sonra döndüğümde artık ODTÜ’de petrol mühendisliğindeydim. 

Üniversitede iki yıl araştırma asistanlığı görevimden sonra 1981’de girdiğim  N.V.Turkse Shell’deki yolculuğum Diyarbakır’da başlayıp, Ankara, Londra, Lahey’de devam etti. 1993 yılında Shell şirketinin Türkiye’deki arama ve üretim faaliyetlerini devam ettirmekten vazgeçip şirketi satma kararı alması nedeniyle Türkiye’ye döndüm ve 1996’da şirketin küçük bir yabancı şirkete satılması yüzünden petrolcülüğü bıraktım.  Yani;  sıra dışı anılarla dolu petrolcülük yıllarım kaderin bir cilvesi olarak başladığı gibi kaderin bir cilvesi olarak bitti. Demiryolu makasının açılmasıyla bir hattan ayrılan tren gibi yıllar sonra bir başka makasın açılmasıyla başka bir yolda buluverdim kendimi.

Üretimi sevdiğimden; 1996’da Ankara’da bir el sanatları şirketi kurup atölye açarak ferforje yapıp satmaya başladım.  En çok zorlandığım zamanlar, şirket çalıştırıp üretim yapmanın gerçekleri ile burun buruna geldiğim anlardı.  Bu dönemde başıma gelmeyen kalmadı ama işimizi büyütüp saygın ve güvenilir bir marka yaratmayı da başardım. Ne var ki doğup büyüdüğüm Ege sahillerine dönme arzum hiç bitmedi ve bir fırsatını bulup Foça’da yaşam kurma şansı elde ettiğimde çalışanlarımla durumu ve planımı  paylaştım. Üç yıl daha hiç kapatmayacakmış gibi devam ettirdiğimiz faaliyetimizi şirketin yirminci yılında kucaklaşarak sonlandırdık ve hayatımın ikinci İzmir dönemine adım attım.

Foça’ya gelirken sadece eşyalarımızı değil, 2003 yılında kurduğum sigorta acenteliği şirketimizi de taşımıştık.  Şimdi Foça tarihi çarşı içindeki küçük ve şirin “sigorta dükkanı”nda, eşim, sigortacılık işlerini yürütmeye devam ediyor. Benim görevim; büyük kısmı zeytinlik olan on dönümlük çiftliğin ve burada edindiğimiz teknemizin işleriyle uğraşmak. 

Özetlersem; İzmir’den 1973’de çıktığım yolun sonunda 2016’da İzmir’e varmışım. Yani hiç de yol almış gibi görünmüyorum. Ama şimdi yanımda içine nasıl tıkıştırdığımı bilmediğim valizler dolusu anılarım var.  

İzmir’i yol boyunca hep yüreğimde taşıdım. Şimdiyse koynunda yaşıyorum.

25 Ocak 2023

4 Ocak 2023 Çarşamba

 

YENİ YIL DİLEĞİ

 Bakım için karaya çıkarmadan önce denizde yapılabilecek bazı işler için vakit bulduğumda teknemiz Adelante’ye gidip çalışıyorum. Foça balıkçı barınağının balık kokan iskelesindeki sabah hareketliği devam ederken teknede çalışmak hoşuma gidiyor. Ara verdiğimde, mutfak tadilatta olduğu için termosta getirdiğim sıcak suyla hazırladığım Kolombiya kahvesini yudumlayıp, düşüncelere dalıyorum.  Bu yılbaşı öncesi de böyle bir kahve molasında tam yaşadıklarımın bir muhasebesini yapacakken, 2019 ağustostaki yazımda hesabı istediğim ve iki yıl sonra anjiyo masasında gönderilen hesaba baktığım aklıma geldi…... Vazgeçtim.  Yine de kendimi en çok kalbini yormanın bedelini ödemiş bir aşk gazisi olarak düşünmek  hoşuma gitti.

Biliyorum duygusallığım denizin nemi ve tuzuyla mayalanıp kabarıyor ama; bu kıyılarda, kim yüreğini kaburgalarının arkasında tutmakta zorlanmaz ki ?  Ve Ege’nin  dalgaları, kalplerin sesine eşlik etmeyecekse neden vurur kıyılara ?

Umutlarımızın ve paramızın azaldığı bu süreçte sevmekten başka ne kalıyor geriye? O zaman; yüzyıllardır kımıldaman duran siren kayalıklarına, iskelede balık bekleyen kedilere, kaldırım taşlarının arasında hayata uzanan çiçeklere ve doğanın önümüze koyduğu tüm varlıklarına aşık olacağımız bir yıl olsun 2023.

4 Ocak 2023