7 Kasım 2025 Cuma

ADI YOK

 

ADI YOK

İki hafta kadar önce açık cezaevi yolunun Foça yoluna bağlandığı köşede bir yavru köpek ortaya çıktı. Bu bölgeye köpek bırakılmasına alışık olduğumuz için önce aldırmadık. Çünkü bırakılan köpekleri, genellikle birkaç gün sonra bir daha görmüyoruz. Ancak bu sefer öyle olmadı. İkinci gün tekrar gördüğümüz o yavrunun garip görünüşü dikkatimizi çekti ve durup bagajda bulundurduğumuz köpek mamasından vermeye çalıştık. Aç olduğu belli olan yavru, ürkek bir şekilde bize yaklaşmak istemeyince mamayı yere bırakıp birkaç adım geri çekildiğimde, hemen gelip yemeye başladı. İşte o zaman duruşundaki garipliğin muhtemelen bir travmadan kaynaklandığını; hayvanın sağ arka patisinde ve kalçada kırıklar olabileceğini ve uzun süre ayakta duramayıp yemek yerken bile yere yatıp yemeye devam ettiğini fark ettik. Diğer köpeklerin ona sataşmamaları için yemeğini bitirene kadar bekleyip, bir kap da su bırakarak yolumuza devam ettik.

Elbet o artık bizim radarımızdaydı ve ona ne yapabileceğimize kafa yorarken, her akşamüstü Foça dönüşü bizi beklediğini görüp, yemek verdikten sonra ona yaklaşmaya çalıştık. Bu arada veterinerimiz Arda Bey, gönderdiğimiz videoya bakıp muhtemelen femur kemiğinin (bacak kemiğinin üst bölümü) kırık olabileceğini ve ameliyat edilmesi gerektiğini söyledi. Henüz bize yaklaşmadığı için de; onu yakalayıp arabaya bindirebilmemiz için yemeğine karıştıracağımız bir sakinleştirici verdi.

On gün kadar besleyip biraz güç kazandırdıktan sonra geçen hafta sonu veterinere götürmek için ilaçlı yemeğini verip yarım saat kadar sakinleşmesini bekledik.  Ancak yarı baygın bir halde ben tasmayı taktıktan sonra arabaya binmemek için verdiği mücadele takdire değerdi. Neyse ki direnci iyice kırıldıktan sonra bir punduna getirip arabaya koyabildik ve hızla kliniğe götürdük.

Veterinerimiz yavruyu uyutup, önce detaylı bir muayene yaptı. Evet femur kemiği kırılmış ve yanlış kaynıyordu. Hayvan bu nedenle de acı çekiyordu. Ayrıca sol arka patide de kırık buldu ama kırığın kaynadığını tespit edip onu ameliyat etmeye gerek görmedi. Ayrıca yavrunun muhtemelen gençlik hastalığı geçirdiğini ve bu yüzden köpek-azı dişlerinin kırıldığını da söyledi. Kırıklara kimin neden olduğu konusunu Allah’a havale ettikten sonra gerekenin yapılmasını istedik. Veterinerimiz , yavru ayılmadan hemen ameliyata aldı ve hem femur kemiğini kesip çıkardı hem de bacaktaki kırık kemik parçalarını temizledi. Bizim köpeğimiz Zeytin’in de femur kemiği alındığı için sonraki süreci az çok biliyorduk. 

Yavru  ameliyattan sonra iyileşirken takip amaçlı birkaç haftalığına klinikte kalıyor. Şimdi her gün kolajen takviyeli yemeklerle ziyaretine gidiyoruz.  Daha ilk günden takılan başlıktan nasıl becerdiyse kafayı uzatıp dikişlerinin küçük bir bölümünü yalayarak açmayı başarmış. Arda Bey her şeyin kontrolünde olduğunu ve gerekirse o açığa birkaç gün sonra müdahale edebileceğini söylediği için içimiz rahat.


Geleceği ve yaşamı tehdit altındaki bu yavrunun henüz bir ADI YOK.

Ama bize ne kadar mücadeleci olduğunu da gösterdi. Şimdi onun yaşama tutunarak tekrar sağlığına kavuşmasını bekliyoruz.

Keyifle koşmaya başladığı zaman ona yakışır bir adı da olacak.

7 Kasım 2025

 

3 Kasım 2025 Pazartesi

ZOR İŞ

 

ZOR İŞ

Ben işimi ciddiye alırım.

İşim mi?...

Babalık….

Zor iştir de eskiden kolaydı.

Ne zaman derseniz; çocuklar beş yaşına gelmeden önce. Yani hayatlarının yemek oynamak ve uyumaktan ibaret olduğu dönem. Çocukları beş yaşından küçük olanlar keyfini çıkarsın.

Zaten ben hiç çocuklar büyüsün istememiştim de kimse bana sormadı. Hep çocuk kalsalar, onlara bakmaktan yorulmazdım.

Fakat büyüdüler. Sonra kendi yuvalarını kurdular ve kendi işlerini yapıyorlar. Yapıyorlar da…. onlarla gurur duysam da ben hala aynı babayım ve nüfus kağıtları ne derse desin yüreğimde onlar hala aynı çocuk.

Hala merak ediyorum….

İşte bu yüzden babalık zor iş.

Merak ediyor ama sessizce oturup bekliyorsun.

Yapabileceğin tek şey yüreğinden en iyi dileklerini göndermek.

3 Kasım 2025

21 Ekim 2025 Salı

BİR PAZAR SABAHI

 

BİR PAZAR SABAHI …

Beraber pazar kahvaltısına çağırdığımız arkadaşlarla  sofraya oturmak üzereyken, köpekler havlamaya başlayınca girişteki sürgülü demir kapının önünde üç kişinin beklediğini görüp ne istediklerini anlamak için kapıya yürüdüm.  Çünkü girişe bir diyafon sistemi kurma planını, her ay gelecek aya ertelediğimden,  köpeklerimiz haber verdiğinde; 50 metre mesafedeki kapıya kadar yürüyüp yüzyüze konuşmaktan başka bir seçenek  kalmıyor. O sabah da kahvaltıyı geciktirmemek için hızlı hızlı kapıya yürürken, nasıl bir sorunla karşılaşacağım hakkında  hiçbir fikrim yoktu.

Kapıya vardığımda, birinin elinde ölçüm aleti olan üç adam bölgenin mevcut durumunu projelendirmek  için ölçüm yapmaya araziye girmek istediklerini söylediler. Bizim ev dahil bölgede yapıların ve arazilerin yakın zamanda ölçümleri yapılarak  kadastro bilgilerinin dijitale alındığını hatırlattığımda, sizinki tescilsiz demek ki diye cevap alınca, polemiğe girip misafirlerimi bekletmemek için onlarla sonra gelmelerini söyleyerek kahvaltıya döndüm.

Böylece Pazar kahvaltısının sohbet konusu da ortaya çıkmış oldu. Daha yakın zamanda bu ölçümlerin yapıldığını ve sonuçların askıya çıkıp itiraz süresi bittikten  sonra kesinleştiğini bildiğimden; arkadaşların da katkılarıyla; kahvaltı boyunca konuyu enine boyuna konuştuk ve durumu biraz şüpheli bulduk.  

- Sivil bir araçla gelip resmi kimliği olmayan  bu adamlar kimdi?

- Pazar sabahı saat dokuzda, habersizce kapıya gelmeleri normal miydi?

- Biz evde olmasaydık ne yapacaklardı ki birkaç komşumuz o gün evlerinde değildi.

- Bize konuyla ilgili devlet kurumlarından bir mesaj veya e-posta gelmemişti. Bu adamların araziye girme talebi kötü niyetli olabilir miydi?

Ekonomik sıkıntıyla beraber dolandırıcılık olaylarının arttığını şu günlerde,  bir sorun yaşamamak için adamlar tekrar gelirse ancak yerel kolluk güçleriyle beraber ve resmi bir tebligatla içeri almamızın doğru olacağına karar verip; belki de tekrar gelmeyeceklerini söyleyip kahvaltıyı tamamladık. İçimiz rahat kahve faslına geçtik.

Ama adamlar tekrar geldi. Onlara ölçümle ilgili resmi bir tebligat yapılmadığı için içeri giremeyeceklerini söylediğimde, konuşmaları yapan kişi, hemen beni hiçbir şey bilmemekle suçladı ama neyi bilmem gerektiğini konusuna girmek istemedi. Böyle bir yaklaşıma nasıl cevap vereyim derken, “bak kardeşim” edasıyla cep telefonundan bazı yazılar göstermeye çalıştı.  Tebligat konusunda ısrar ettiğimde de vurucu hamlesini yaptı;

- Ben mühendisim…….

- ???????

Bu cümleden sonra öyle ezildim ki, artık kırmızı halı sermeden onları içeri almam  doğru olmayacaktı. ODTÜ’de mühendis yetiştirmiş bir mühendis olarak ancak “Hayırlı olsun” diyebildim.

Yanındaki adamlardan biri bu arada evde olmayanların evlerine korkulukları-duvarları atlayıp girdiklerini söyleyince, bu işin kanuni bir operasyona benzemediğinden artık  şüphem kalmamıştı.

Bize jandarma eşliğinde bir tebligatla gelmeleri gerektiğini söyledim.

- Tamam o zaman jandarmayla geliriz deyince,

- Çok iyi olur, diyerek konuyu noktaladım.

Keyifli bir pazar sabahının içine, teklifsizce; kimin ve neden bu şekilde daldığını anlayabilmek için bir yandan internetten araştırma yaparken bir yandan da birkaç arkadaşı ve komşuyu arayınca  öğrendiklerimiz bizi biraz rahatsız etti. Ama işin anlatması en hoşuma giden kısmı yukarıda verdiğim asimetrik diyalog olduğu için konuyu tam anlatmak adına devamını sadece özetlemek istiyorum.

O adamlar bir daha gelmediler.

Yapılan çalışmanın TOKİ için Türkiye genelinde başlatılan bir konut seferberliğinde kullanılabilecek arazilerin tespiti için özel proje ofisleri tarafından yapıldığı; muhtemelen bilgileri tapu ve kadastrodan almak yerine kendileri ölçmek için kafalarına göre  hareket ederek arazilere girdikleri gibi bir sonuç ortaya çıktı.

Ancak bu arada, TOKİ’nin  kanundan aldığı geniş yetkiyle, toplu konut yapmak için;  uygun görürse arazimizi ve evimizi alarak karşılığında para veya başka yerde arazi verebileceğini;  buna karşı hiçbir şey yapamayacağımızı öğrendik. Onbeş yıl süren bir emeklilik hayali sonrası 2014’de Foça’yı seçip, doğayla barışık sürdürülebilir bir yaşam kurmak için hiçbir kanunu çiğnemeden birikimlerimizi kullanıp seçerek aldığımız bir yerde kurduğumuz evin, diktiğimiz her ağacın ve yaptığımız her dekorasyonun bir anda elimizden alınabileceği gerçeği bizi rahatsız etti. Onbir sene öncesine dönüp seçmediğimiz bir yerde sıfırdan başlamak ürkütücüydü.

Neyse ki birkaç gün sonra, olası mahkeme süreçlerine girmemek için bizim bölgeyle ilgilenmeyip daha ilerideki hazine ve askeri arazileri kullanacaklarını duyup rahatladık. Ama şimdilik rahatladık. Bütün bu öğrendiklerimizden sonra tepemizde sallanan kılıcın farkında olarak bir daha hiç kimsenin bizim yerimizle ilgilenmemesini dileyerek bekliyoruz.

21 Ekim 2025

 

16 Ekim 2025 Perşembe

SONBAHAR ROMANTİZMİ

 

SONBAHAR ROMANTİZMİ

Verandada oturmuş, Foça karası üzümlerimizden hazırladığımız şarabı yudumluyorum. Amatör bir cesaretle, bu yaz ikinci defa yaptığım şarap bence fena değil. Bir dilim İzmir tulum peyniri de bu keyfe katkı için masadaki tabakta hazır. Tam oturmuş ne kadar sakin bir ortamdayım diyecekken; etrafımda bir koşturmaca, bir koşturmaca sormayın gitsin. Ne kadar börtü-böcek, kuş, karınca varsa, sanki hepsi fazla mesaide. Dökülen sarı-kızıl yaprakların çağırdığı sonbahar, uzaktan dolaşıp ara sıra gri bulutların arkasına saklanan güneşin aydınlattığı doğaya kışa hazırlanın demiş anlaşılan.  Bazı canlılar kışlık yuva arayışındayken, bazıları da yiyecek stoklarını tamamlamakta. Neyse; ben yine de günbatımında keyif yapmakta kararlıyım.

Sonbaharın doğayı kış uykusuna hazırlayan tatlı hüznünde sanki aşkın romantizmi var.  Her gün biraz daha uzaklaşan güneşin, yaz boyunca tutkuyla sarmaladığı Dünya’ya vedası; bu romantizmi nemli havanın ve toprağın kokusuyla, aldığım her nefeste içime taşıyor. Bir mühendis olarak buna havadaki elektron yükünün fazlalığının neden olduğunu bilsem de, güneşin vedasının romantizmini yaşadığımı düşünmek hoşuma gidiyor. Çocukken Ay’a “Aydede” demem gibi bir şey. Ay’a neden Aydede dediğim ve başka bir dilde bunun karşılığı olup olmadığı hakkında hiçbir fikrim yok ama çocukken daha sempatik olduğu için bu ismi severdim. Gerçi biri Girit’ten, diğeri Yozgat’tan gelip İzmir’de buluşan iki insanın ürünü olarak, dedelerimi hiç tanımadığımdan; Ay’ın nasıl dedem olduğu konusunun uzun müddet çocuk aklımı meşgul ettiğini de hatırlıyorum.

Birkaç yudum şaraptan sonra, gündemden uzaklaşmaya hazırım. Sadece sevdiğim renkleri gören ve sadece istediğim sesleri duyan filtrelerim çalışmaya başladı. Bir süreliğine de olsa iç dünyamı mutlu etmeye çalışıyorum. Doğa benimle ve ben onun koynuna sığınıyorum.

Veda eden güneşe yüreğimde hüzün var.

Ben de kışa hazırlanmalıyım.

 

16 Ekim 2025

14 Ekim 2025 Salı

GÜLÜMSEMEK

 

GÜLÜMSEMEK

Gülümseyen bir duruşla konuşan Japonlara karşı bir hayranlığım var. Bunun yanına bir de saygılı ve özenli tavırlarını ekleyince bu hayranlığım tavan yapıyor. Tıpkı benim gibi diyeceğim ama diyemiyorum.  Aksinin şahidi çok. Çocuklar her fırsatta  geçmişte köpeğimize “otur” diye emir verdiğimde onların da oturduğunu hatırlatmaktan büyük keyif alıyorlar. Hiçbir bağım olmadığı halde; ciddi duruşumdan dolayı tanımayanların beni asker kökenli biri zannetmeleri boşuna değil galiba.  Bu ciddi duruşun genlerden mi yoksa yaşam alışkanlıklarından mı geldiğini bilmiyorum ama geçmişte yüzüme gülen bir duruş yerleştirmek için ayna karşısında çok uğraşmışlığım var.

Durduk yerde nereden çıktı bu gülümseme olayı diyenlere anlatayım. Birkaç gün önce bir Japon televizyon kanalında, sivil toplum girişimi olarak çokuluslu elemanlarla kurulan bir yeme-içme yerinden bahsediliyordu. Amaç çalışanları ve yiyecekleri farklı ülkelerden olan bu çatı altında kültürler arası bir köprü oluşturmaktı. Ancak Japon  müşterilerin, gülümsemeden servis veren bir çalışan hakkındaki yorumlarına, çalışanın “neden gülümseyeyim onlar benim ahbabım değil sadece müşteri” açıklaması; amaç kültürler arası köprü kurmak, çalışanları Japonlaştırmak değil diyen girişimciler tarafından haklı bulunmuştu.

İşte o zaman iletişimde bizim ne kadar gülümsediğimizi düşünmeye başladım. Yöresel farklılıklar mutlaka var ama bir genelleme yaparsak; galiba biz de işimizi ciddi yapan guruptayız. Örneğin ben resmi dairelerde kimsenin bana gülümsemesini beklemem. Hatta yanlış anlaşılmasın diye kendim de pek gülümsemem. Gülümsememi tatil yerlerine ve arkadaşlarıma saklıyor gibiyim.

Toplumda sırıtan yüzlerin hoş karşılanmadığının farkındayım ama sırıtmakla gülümsemek farklı şeyler. Gülümseyen birinin gözlerindeki sevgi ve iyi dileklerden  kaynaklanan olumlu enerji çok belirgindir. Ayrıca gülümsemenin kendi iç dünyamıza da çok yararlı olduğunu, bizi daha yapıcı ve verimli olmaya yönlendirdiğini düşünüyorum.

Gülümsemenin bulaşıcı olma ihtimali de oldukça yüksek.  Ne zaman gülümseyen bir yüzle karşılaşsam, istemsizce ben de gülümsüyorum. Herkesde aynı etkiyi yapmıyor olabilir ama bir başkasını gülümsetebilmek için bir gülümseme yetiyorsa; ne kadar güzel. Özellikle,  gittikçe gülmeyi unutmaya başladığımız bu sıralar. Elbette biz Japon değiliz ama günümüzü güzelleştirmek için gülümsemeyi biraz daha fazla kullanmanın çok faydasını görebiliriz.

14 Ekim 2025

10 Ekim 2025 Cuma

GÜNAYDIN

 

GÜNAYDIN

Oxfam’ın yaptığı araştırma dünya nüfusunun %1 inin, kalan nüfusun parasal gücünün iki katını elinde tuttuğunu ortaya çıkarmış.

Günaydın….

Emperyalist devletler kolonilerini sömürürken oralardaki gelir eşitsizliği farklı mıydı? “Gelişmiş ülkelerin sözde demokratik toplumları” İnsan hakları evrensel beyannamesini imzalayıp vicdanlarını yıkayarak durumu değiştirdiklerini mi zannediyorlar ?

Ayrıca; eşitsizlik sadece gelir dağılımında mı? Yaptırım gücünü elinde tutan devlet veya yönetimler istedikleri yerde, istedikleri gibi at oynatmıyorlar mı? Tepelerine bomba yağması ile aç kalmak arasında gidip gelen ülkelerin insanlarına “insan hakları evrensel beyannamesi” çözüm bulabiliyor mu? İnsanlığın yararına diye lanse edilen teknolojik gelişmeler güçlüyü daha güçlü yapmaktan başka bir fayda sağlıyor mu ?  

Dünyadaki tüm insanlar, ancak aynı kanunlara ve haklara sahip olursa hiçbir insanın değeri diğerinden az olmaz. Ne var ki bunu bugünkü BM yapısı ile başarmak mümkün değil.

Gücün, hak sahibi olmayı sağladığı ve her türlü haksızlığın alenen yapıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Kısıtlı dünya kaynaklarını artan dünya nüfusuyla paylaşmak istemeyenler şimdiden duvarlar örüp, kitlesel kıyımlarla geleceği şekillendirmeye çalışıyorlar. Çünkü  mevcut dünya düzenin son kullanım tarihi çoktan geçti. Ne uluslararası kuruluşlar ne de sivil toplum örgütlerinin bunu değiştirebilecek bir gücü yok.

Eğer dünya üzerinde yeni ve adil bir düzen kurulacaksa tek çözüm; biraz radikal da görünse; yasama yürütme ve yargı dahil hiçbir kişi veya kuruluşun gereğinden fazla maddi ve idari gücü elinde tutmasına ve yönetmesine izin vermemektir. Bu düzende  bireysel hak ve özgürlükler en üst derecede korunmalı ve bütün önemli kararlar, etkilenen çoğunluğun onayını alarak ve azınlığın haklarını koruyarak alınmalıdır.

Zeki, dogmaları sorgulayan, önyargısız, ateş gibi gençleri gördükçe; hayalini kurmanın bile insanın içini aydınlatan böyle güzel bir dünya için yolun başında olduğumuzu düşünmek istiyorum.

10 Ekim 2025

7 Ekim 2025 Salı

VAHŞİ TURİZM

 

VAHŞİ TURİZM

Venedik’te günlük ziyaretçilerden ücret alınmasına karar verilmiş.

Barselona’da halk kira artışına neden oldukları için turistlere tepki göstermeye başlamış.

Yunanistan’da turist akınının neden olduğu kira artışına karşı önlem alınacakmış.

Ya bu adamlar turizm işinden anlamıyor; ya da bizim memleket sevdasıyla sarıldığımız doğa değil dolar.

Yerli veya yabancı, turist sayısını artırmak için çabalayan bölgelerimizde bu akının yol açtığı kalıcı çevresel ve ekonomik tahribatı kontrol altına almak için anlamlı bir planlama yapıldığını söylemek zor. Tatil günlerinde, Şirince, Asos, Amasra, Foça gibi küçük turistik yerlerin sokakları dolup da şehir girişlerinde yollara park etmiş araba kuyrukları bu “vahşi turizm”in bir göstergesi. Ertesi gün şehir içinde, bir gün önce yapılan çevre talanından kalanlar da cabası. Birkaç hediyelik eşya satıcısı ve lokanta dışında bundan yarar sağlayan kimse yok. Onlar da rekabet adına ucuz ve kalitesize yöneldikçe işin ekonomik getirisi de tartışılır halde.

Doğanın, tarihi varlıkların, çevre ve insan sağlığının, yerleşik nüfusun günlük yaşantısının “vahşi turizm”den olumsuz etkilendiğini bile bile bunu bir turizm başarısı olarak tanımlayamayız.  Vahşi turizm”den kaynaklanan zararın kontrol altına alınabilmesi için hem gelenlerin çevreye saygılı olması, hem de yerleşik nüfusun sahip olduğu mirası koruması gerekir. Bunu biraz yönlendirme ve teşvik; biraz da polisiye önlem ve eğitimle başarmanın mümkün olduğuna inanıyorum.

Yerel mirasın en yakında olup, değerini en fazla bildiğini düşündüğüm yerel yönetimlerin, halkı da yanına alarak, bu konuda ilk adımı atmak için önlerinde hiçbir engel yok. Umarım, hala korunacak bir şeylerimiz varken o adımı atarlar.

7 Ekim 2025